bugün

entry'ler (813)

en güzel kelime

henüz söylenmemiş olandır.

sözlük yazarlarının yaptığı en iyi şeyler

şekerpare.

internet üzerinden film izlemek yasaklanıyor

artık şunu anlasınlar "yapıcılıktan uzak çözümsüz yasaklarla bir yere varamazsınız" bakın onur ünlünün yeni Filmi görünen adam youtube de ücretsiz olarak yayınlanacak sen aydınlatırsın geceyi gibi tertemiz izleyeceğiz. torrent sitelerinden çekeceğiz altyazı sitelerinden dosyayı çekip vlc ye gömeceğiz. herşeye bir çözüm bulacağız. bazıları biraz zaman alsa da. saat 22 00 dan sonra alkol alabiliyor, kapalı mekanlarda sigarayla içebiliyoruz. evet alkole muazzam zamlar geldi ama bonzai ve türevleri türedi ve önüne geçilemiyor.çünkü çözüm odaksız kendi ideolojileri halka sormadan kanıksatmaya, dayatmaya çalışılıyor. ama bu ülke ve dünya da özgürlük için savaşan milyonlarca ruh var. dikkate alınmaması gereken sözde yasak.

seni seviyorum a verilecek uyuz cevaplar

olabilir.

rakı içenlerin ortak özellikleri

keyif ehli olmaları.

hiç bir kızın çıplak foto atmadığı erkek

bu a...kodumunun sözlüğü'ne ilim, irfan, kültür kazanalım diye giriyorum.daha doğrusu 2 sene önceye kadar daha aktif bir userdim.ne zaman ki sizin gibi dingiller peydah olmaya başladı lakayıt başlıklar, geyik muhabbetleri çoğaldı arada bir sıkıntıdan bakar oldum nasıl olsa göreceğim, okuyacağım şeyler belli. ulan ibiş çok azdıysan burda ne işin var s..git xxxhamster. com da takıl peçeteni de sağda solda bırakma. diyesim geliyor zihniyeti böyle olan insanlara. bkz. öküz altında buzağı aramak.

mavi gözlü erkek yazar

(bkz: Nazım Hikmet Ran).

sözlük yazarlarının istekleri

şu troll akımı bitsin artık.
insanlar bir şeyler ile dalga geçip komik olmaya çalışmak için değerlerine zarar verme çabasından vazgeçsinler.

sözlük yazarlarının 14 şubat planları

mutlu çiftleri izleyip mutlu olacağım.

çirkin olmak

bakmasını bilene güzel bir makyaj ile değil de güzel bir kişilik ile kapatılabilen durum.

her insan ikinci şansı hak eder mi

insanlar ikinci bir şansı hak eder.
ama öncesinde size yaşatmış oldukları duygu hep kalacaktır.
önemli olan o insanın buna değip değmemesidir.
eğer değmiyorsa şans vermek zaten lüzumsuz bir seçenek olur.

kitaplardan kesitler

Bölümde geçen karakterlerden bahsedeyim.
Can Manay: Ülkenin en ileri gelen insanlarından biri. Üniversite de öğretim görevlisi, Psikolog, TV de program yapımcısı ve moderator.
Bilge: Üniversite de Psikoloji bölümünde Can Manayın Öğrencisi.Hayatı Yaşam Şartları ve Şansı Pek iyi olmayan lakin kafası çok iyi çalışan bir karakter.
ETi: Can manayı Can manay yapan kişi mentoru yani klavuzu.
Bu bölümün girişi şu şekilde gerçekleşiyor.
Can Manay Bilgenin diğer öğrencilerden farklı bir potansiyelinin olduğunu anladıktan sonra kendisinin asistanı olmasını ister ve bilgenin bu asistanlığa uygun olup olmadığı için bir kaç testen geçmesi gereklidir.
Evet efenim sözü Kitabın yazarı olan Azra hanımefendiye Ve karakterlerine bırakıyorum.
Bilge bu Test için kendisine bildirilen yere gelir ve test olacağı binaya giriş yapar.
Binanın önünde, içeriye erken girip girmemekle ilgili kendi kendine muhakeme yaptı.
Randevusuna çok erken gelip kendisini çok da hevesli göstermek istemiyordu ama daha önce
adını bile duymadığı bu yerle ilgili bilgi toplamaya da ihtiyacı vardı, binaya girdi. Kendisine
söylenildiği gibi binanın ikinci katına çıktı. Asansör bembeyaz dekore edilmiş ve yumuşak
ışıklandırılmış kata açıldı. Sanki bu kat, binadan tamamen bağımsızdı. Kendini neden tanıdık
bir yerde hissettiğini düşündü Bilge. iki kapıdan soldakine girmesi gerektiğini biliyordu ama
randevu saatine daha vardı ve içeri girme konusunda tereddüt ettikten sonra asansöre geri
dönmeye karar verdi. Asansöre dönerken bu yerin neden tanıdık geldiğini anladı. Duvar, Can
Manay’ın ofisindeki duvarla aynı dokudaydı. Aynı pürüzsüz, parlak duvar, aynı yarım dairesel
fırça darbelerine benzeyen izleri taşıyordu üstünde. Duvara bakarken kendi göz hizasında bir
yazı gördü. Yazıyı anlaması kolay olmadı çünkü 12-14 punto civarında, duvara kazınarak
yazılmıştı. iyice yaklaşıp yazıyı okudu. ‘Hz. Muhammed’ yazıyordu. Bu yazının hemen üstünde
duvarın bir ucundan diğer ucuna kadar, tek sıra halinde daha da küçük bir puntoyla yazılmış
bir yazı sırası olduğunu gördü. Soldaki kapıdan başlıyor ve sağdaki kapıya kadar sürüyordu,
‘Hz. Muhammed’ üstteki uzun yazının hemen altında, duvarın ortasında kalıyordu. Yazının
duvarla aynı dokuda ve renkte olması, bakıldığında görülmesini zorlaştırıyordu ama Bilge
dokunarak yazının duvardaki oyuğunu hissetti. Soldaki kapıya tekrar yürüyüp duvardaki küçük,
uzun yazıyı dikkatle kelime kelime okumaya başladı.
“Allah meleklerini tenselliği olmayan bir idrakten, hayvanlarını idrakı olmayan bir
tensellikten, insanlarınıysa idrak ve tenselliğin birleşiminden yarattı. insanın idrakı
tenselliğini aşarsa, insan, meleklerden bile daha iyi olabilirken, tenselliği idrakını aşmış bir
insan hayvandan bile kötüdür. -Hz. Muhammed”
Bilge okuduğu şeyi anlamak için bir adım geriye çekilip düşündü. Müslüman olmasına
rağmen Hz. Muhammed’in bu sözünü hiç duymamıştı ama şimdi okuduğunda, bilgelikle
söylenmiş bir sözün, bilinçsiz beyinlerde nasıl da yanlış yorumlanabildiğini, bir felsefenin
nesiller boyu nasıl da özünden uzaklaşabildiğini düşündü. Gerçek bilgelerin üç beş kişi
tarafından tamamıyla yanlış yorumlanarak deforme edilmiş felsefelerini sürüler halinde takip
eden, hayvandan beter insanlarla doluydu dünya. Tenselliğin yasaklandığı bir toplumda
idrakın bireyselleşememesi çok normal değil miydi?
Sözü bir kez daha okudu. Hz. Muhammed’i tanıması gerektiğine karar verdi, okulda din
derslerinde kendine anlatıldığı şekliyle değil, bilgeliği ve felsefesiyle anlamalıydı diye
düşünürken asansörün kata geldiğini fark etmemişti bile.
Aniden asansörden inen orta yaşlı kadın, yüzü duvara dönük dikilen Bilge’yi gördüğünde
hafifçe tebessüm etti. Bilge, kadının asansörden çıkışını fark edip hemen toparlandığında,
kadın çoktan soldaki kapıya yönelmişti. Kadının ardından içeri giren Bilge, kapının önündeki
sekreter masasına yanaştı, masa boştu. Kadın bekleme bölümünün boş sandalyelerinden birine
yerleşirken, Bilge ayakta, masanın önünde beklemeyi tercih etti. Randevusuna hâlâ yarım
saatten fazla vardı ve ortamda bekleyen kadından başka kimsenin olmaması rahatlatıcıydı.
Sakince kadına dönüp, “Sizin randevunuz kaçta?” diye sordu.
Kadın kendisiyle konuşulduğunu fark edip kolundaki saate bakarak tereddütle, “Yarım
saatten fazla var. Ben biraz erken geldim sanırım.” diye cevap verdi. Bilge iyice rahatlamıştı.
Gülümseyerek kadının karşısına otururken, kendini sohbet havasında hissediyordu. “Ben de.”
dediğinde kadın sakin bir tonda, “Ben son zamanlarda geç kalmaktansa erkenci olmak iyidir
diye düşünüyorum, ya siz hep erken mi gelirsiniz?” dedi.
Bilge dudaklarını bükerek düşündü. Aslında her zaman erken gelirdi, geç kalmamanın
birinci koşuluydu bu ve hayatı ufak tefek tembellikleri kaldırabilecek kadar esnek değildi.
Cevap verdiğinde kendi kendine karar veren birinin tonlaması vardı sesinde, “Evet, aslında
ben de erkenciyimdir hep.” dedi.
Kadın eline bir dergi alırken, konuşmaya, “E bu iyi bir şey, hiçbir şey kaçırmıyorsunuz
demek.” diyerek devam etti. Bilge sadece gülümserken, elindeki dergiyi karıştıran kadın
masanın üstünde duran dedikodu magazinlerinden bir tanesini de Bilge’ye uzatıp, “ister
misiniz?” diye sordu. Bilge hayır anlamında kafasını sallarken sakince, “Yok, sağ olun. Asla
okuyamıyorum bu dergileri.” dedi.
Kadın kafasını dergiden hiç kaldırmadan, “Neden?” diye sordu. Bilge soruya anlık da olsa
şaşırmıştı. “Tanımadığım, tanımak istemediğim bir sürü insanla ilgili bir sürü haber, hangi
partiye gitti, ne giydi gibi... Kısacası çok sıkıcılar.” dedi. Bilge dergiyi okuyan kadının
alınabileceğini o an düşünüp hemen aceleyle, “Tabi bazı insanlara kafalarını dağıtmaları
açısından iyi gelebilir de, sadece bana hitap etmiyor.” diye ekledi. Kadın bakışlarını
karıştırdığı dergiden kaldırmadan, “Siz ne yaparsanız kafanızı dağıtmak için?” diye ilgisizce
sordu. Bilge, “Bilmem, değişir... Kitap okurum.” dedi kendi kendine gülerek. Kadın, “Kafa
dağıtmak için? Kitap daha çok yormaz mı insanı?” dediğinde, Bilge, “Yorulmak da kafanızın
dağılmasına yarayabilir.” diye cevap verdi.
Kadın ilk defa kafasını dergiden kaldırıp, “Ben zaten çok yorgunum, enerjimi toplamayı
tercih ederim. Sormamdan rahatsız olmazsanız, niye burdasınız? Önemli bir durum yoktur
umarım.” dedi. Bilge kadının yorgun suratının ne kadar huzur verici olduğunu düşünürken,
“Yok, rahatsız olmadım ve hayır önemli bir durum da yok. Bir asistanlık işi için girilmesi
gereken bir test gibi bir şey varmış, ona giricem.” diye cevap verdi. Kadın, “Çok enteresan.
Nasıl bir test?” diye sordu, şimdi tüm dikkati Bilge’deydi. Bilge, “Bilmiyorum, herhalde
Rosrchach ya da TAT gibi projektif testlerden ya da MMPI gibi çok yönlü kişilik
envanterinden biri.” diye cevap verirken kadının konuya hakim olmadığını düşünerek,
“Karakteri tespit edebileceklerini zannettikleri bir sürü saçmalık aslında... Ben psikoloji
öğrencisiyim de, bir psikoloğun yanına asistan olarak seçildim, daha doğrusu adayım şu anda.
Bu testle uygun olup olmadığımı saptayacaklar.” diye açıkladı. Kadın, “Enteresanmış. Peki
sizce uygun musunuz?” diye sordu. Bilge doğallıkla, “Evet.” diye cevap verdi. Kadın yine
dergiyi karıştırmaya başlamıştı ve, “Neden? Neden uygunsunuz yani?” diye sorduğunda Bilge,
“Psikoloji okuyorum, işe ihtiyacım var ve en önemlisi de bu istediğim bir şey.” diye cevap
verdi.
Kadın kafasını anladığını ifade eden bir şekilde sallayıp önündeki dergiyi karıştırmaya
devam etti. Sessiz bir şekilde geçen 10 dakikadan sonra Bilge hiç kıpırdamadan hâlâ yerinde
oturuyordu, gelen biri var mı diye kafasını koridora çevirirken kadınla göz göze geldiler.
Bilge sakince kadına, “Affedersiniz, burası hep böyle boş mudur?” diye sordu.
Kadın evet anlamında kafasını sallayıp dergisine geri döndü. Bilge girişten koridora giden
yola baktı ama keşfetmek için fazla riskli bir ortamdı bu, kafasını önüne çevirip sessizce
oturmaya karar verdi. Zaman geçmek bilmiyordu, sıkılmıştı ama beklemekten başka
yapabileceği bir şey de yoktu. Ayakkabılarının bağcıklarından birinin diğerinden daha uzun
olduğunu fark etti, eğilip ayakkabısını düzeltirken kadın aniden, “Ben asansörden çıkarken siz
koridorda n’apıyordunuz?” dedi. Bilge doğrulurken, “Ordaki duvarda bir yazı var, gördünüz
mü? Hazreti Muhammed’den bir alıntıyı duvara kazımışlar.” diye cevap verirken kadın ilgiyle
lafa girdi, “Hz. Muhammed mi?” Bilge, “Evet. Çok ilginç değil mi? Öyle küçük kazımışlar ki,
ancak çok yakından bakarsanız okuyabilirsiniz.” dedi. Kadın elindeki dergiyi kapatıp doğru
Bilge’ye bakarak, “Başka ne yazıyor?” diye sordu.
Bilge yazının ana fikrini hatırlıyordu ama kelime kelime hatırlamakta zorlanarak, “Tanrı
meleklere cinsellikten... Daha doğrusu tensellikten yazıyordu, evet tensellikten uzak bir
anlayış, hayvanlara anlayıştan uzak bir cinsellik vermiş, insanaysa ikisinin karışımını vermiş.
insanın zekası cinselliğini aşabilirse melekten bile daha iyi bir şey ortaya çıkarken, cinselliği
zekasını aşarsa da hayvandan bile daha kötü bir şey ortaya çıkar gibi bir şey yazıyor ama
benim söylediğimden çok daha güzel bir dille tabii.” diye cevap verdi. Kadın ilgili bir
şekilde, “Enteresan.” diyerek yorum yaptığında, Bilge, “Evet çok enteresan, önce hiç aklıma
gelmezdi psikolojik araştırmalar yapan bir klinikte bir peygamberden alıntı yapmak diye
düşündüm ama sonra, aslında çok mantıklı değil mi! içine doğduğumuz toplumun felsefesi
psikolojimizin de temeli, en azından ben öyle düşünüyorum. Siz Müslüman mısınız?” dedi.
Kadın, “Ne önemi var?” dedi dümdüz, kuru bir tonda.
Bilge sorusunun garip olduğunu düşündü ve sorduğuna pişman bir şekilde, “islam’la ilgili
bilginiz var mı diye merak ettim, yoksa bir önemi yok tabii.” dedi. Kadın, “islam’la ilgili
bilgim var.” derken sesindeki kuruluk gitmişti. Bilge, “Ben Müslüman‘ım ama benim islam’la
ilgili pek bilgim yok.” dediğinde, kadın gülümseyerek, “Peki nasıl oluyor da hiç bilgin
olmayan bir şey psikolojinin temellerini oluşturabiliyor?” dedi. Bilge kadının gülümsemesine
gülümseyerek, “Bilinçaltımın oluşması için bilgim olmasına gerek yok, yani ben bu toplumun
bir parçasıyım, bilgim olsa da olmasa da ait olduğum yer burası. Çocukluğumdan beri
izlediğim her filmde, günlük yaşantımda gördüğüm ilişki modellerinde, nesiller boyu hep aynı
temel atılmış. Cinselliğin toplumdaki yansıması, tamamen dinselliğin nasıl yorumlandığıyla
ilgili. Toplumsal cinselliğimiz dinselliğimizle kodlanıyor, yani seyrettiğimiz, okuduğumuz her
şeydeki içerikten bahsediyorum. Bizse cinselliğimizle güdüleniyoruz. içine doğduğum bu
toplum neye inanmamın doğru olduğunu düşündüyse ona inanarak yaşadım, inandığım şeyin ne
anlama geldiğini hiç bilmesem de. Yani evet Müslüman’ım, tüm duaları ezbere bilsem de
inanmamı istedikleri şeyin anlamını, özünü aslında bilmiyorum.” dedi.
Bilge’nin konuyu bir yere bağlayamaması kadının kafasını karıştırdı, elindeki dergiyi
bırakıp dikkatle Bilge’yi dinlemeye başladı. Bilge anlatmak istediği yoğun düşüncenin, ancak
onu uzun cümlelerle anlatabilecek kadar farkındaydı.
“Dış dünyaya verdiğimiz her tepkimiz, pozitif ya da negatif olsun, bilinçaltımızdan geliyor.
Bilinaçtımızsa, hiç hatırlamasak da, hayatımızın ilk yıllarında edindiğimiz deneyimlerden
oluşuyor. Aslında hepimizin içinde bir hayvan var, korktuğu zaman bizi yönlendiren,
sinirlendiğinde rasyonel düşüncenin önüne geçebilen, kontrol edilmezse çok tehlikeli olabilen
ama özünde bize güç veren ve bilinçaltımıza sahip bir hayvan bu. Bunun kocaman bir fil
olduğunu düşünelim. Güçlü, dev, asla unutmayan, hatta kinci...” Bilge kadının suratına dikkatle
baktı, anlaşıldığından emin olmak istiyordu. Kadın devam etmesi için kafasını sallayınca
devam etti. “Bu filin tek amacıysa hayatta kalmak. Hayatta kalma dürtümüz bu filden geliyor.
Peki hayatımızın geri kalan yıllarında öğrendiklerimiz, edindiğimiz deneyimler nerde
toplanıyor? Bilincimizde. Karar vermenin süreci, verdiğimiz kararı uygulamanın analizi,
karşımıza çıkan opsiyonlar üzerinde hangisinin bizim için daha tatmin edici olduğunu
seçebilmek... Hepsi bilincimiz tarafından rasyonel bir düşünceyle şekillendiriliyor.
Bilincimizin bu dev fili yöneten minik bir insan olduğunu düşünelim. Fil gücünde bilinçaltımız
ve insan zekasında bilincimiz... Biz buyuz. Peki sizce bir insan güç kullanarak üzerinde
oturduğu bu fili yönetebilir mi? Tabii ki hayır. Aynı bilincimizin bilinçaltımızı baskılasa da
yönetemeyeceği gibi... Tehlike hissettiğinde kendini kapatan ya da vahşileşen ama her zaman
güvende hissettiği yere koşan bu fil, sırtında oturan insana güvenmeli ki birlikte hareket
edebilsinler. Bu güven olmazsa ne olur? Çatışma içindeyseler, mesela fil yani ‘bilinçaltı’
büyüme çağında birtakım travmalar yaşamışsa ve tepesindeki insan, yani ‘bilinç’ filin
travmalarını görmezden gelip onu sadece gitmek istediği yere sürüklemek için tepesinde
tepiniyorsa, işte o zaman yaralı bir filin üstünde şımarıkça emirler veren bir karakter çıkar
ortaya. Tepkiselliğinin vahşiliğinde rasyonelliğini yok eden bu insan kendini sabote eder, neyi
niye yaptığını ya da niye öyle tepki verdiğini bilmeden, aklı olmasına rağmen kullanmadan,
aynı hataları, değişik olaylarda defalarca tekrar ederek yaşar.”
Kadın, “Bu çok ilginç bir analoji.” dediğinde Bilge kadının gösterdiği saygının kaynağını
söylemek zorunda hissetti kendini. “Evet, ben de bir yerlerde okumuştum. ilginçten çok,
mantıklı.” dedi.
Kadın, “Peki bunun Hz. Muhammed’le ilgisi ne?” diye sordu.
Bilge, “Hz. Muhammed’le değil, onun söylediği şeyle ilgisi var. Bilinçaltımız içimizdeki
hayvanı, üstündeki bilinçse idrakımızı temsil ediyor. Hz. Muhammed’in dediği gibi, kendi
idrakı, içindeki hayvanı kontrol edebilen insan, kocaman filin gücüne sahip, ehlîleşmiş bir
zekadır. Fillerini anlayıp eğitmek yerine onları bastıran ya da cezalandıranlarla dolu toplum.
Düşünmeden hareket eden, ettiği hareketi düşünse de kontrol edemeyen, aynı dersi değişik
insanlarla onlarca kere alsa da tepkilerini geliştiremeyen, davranışıyla kendine zarar veren
herkes aslında bir bakıma kendi fillerini kontrol edemedikleri için, hayatları da kendi
kontrollerinden çıkmış insanladır. Filimizin birinci amacı hayatta kalmak olduğu için yaşama
karşı daima bir zaafı olacaktır. Tepesindeki insanın, yani bilincin göreviyse bu zaafı anlayıp
nedenlendirerek filin kendini zaaflarına karşı eğitmesinde ona yardım etmektir. Bilinç ve
bilinçaltı arasındaki dostluk ancak böyle doğar ve bu dostluk bütünlüğü oluşturur, ta ki bu ikisi
tamamen senkronize olup üstün insanı yaratana kadar ama tabii bu bir ütopyadır aynı ,Hz.
Muhammed’in sözündeki gibi meleklerden daha idraklı bir yaratık var olabilir mi bu
dünyada?..” Sessiz bakıştılar, Bilge içinde hissettiği yorgunluğu sesine taşıyan bir tonda kendi
kendine mırıldandı, “Maalesef fili eğitmek yerine öldüren insanlarız biz, kendi gücümüzü
hadım ederek idrakımızı da eziyoruz... idraksız bir güç ya da güçsüz bir idrak... Daha kötüsü
olabilir mi?”
Kafasını kaldırıp kadının ifadesiz suratındaki kaybolmuşluğu gördüğünde, konuyu buraya
getirdiğine pişman, “Sabah sabah çok konuştum, kusura bakmayın.” dedi. Kadın, “Yok,
enteresan şeyler söylüyorsunuz.” diye Bilge’yi rahatlattı. Bilge, “Siz de ne kadar çok
enteresan diyorsunuz.” dedi gülümseyip konunun daha sıradanlaşmasını dileyerek.
Kadın, Bilge’nin teşhisine gülümserken, “Kaç yaşında-sın?” diye sordu. Bilge, “Eylül’de
22 olucam.” diye cevap verdi. Kadın, “Psikoloji okumasaydın ne okurdun?” diye sorarken,
gerçekten ilgili görünüyordu ve Bilge düşünmeden, “Aşçı olurdum.” diye cevap verdi. Kadın
cevaba şaşırmıştı, “Aşçı mı? Enteresan.” dedi. Bilge kadının habire enteresan demesine yine
gülümsedi, kadın Bilge’nin gülümsemesinin anlamını anlayıp tebessüm ederken, “Niye aşçı?”
diye sorguladı. Bilge, “Öyle baklavalar, mantılar açan bir aşçıdan bahsetmiyorum, dengeli
beslenmenin tüm gerektirdiği şeyleri bilen, sebzeleri az pişiren bir aşçı. Ottan falan yemek
yapabilen biri. Kendi ihtiyaçlarımı kendim karşılayabilmeyi seviyorum. Aşçı olsam bayağı
işime yarardı.” dedi. Kadının saatine bakması Bilge’yi uyardı, Bilge de saatine baktı.
Randevusuna sadece dakikalar vardı ama hiç kimse gelmemişti. Bilge ayağa kalkarken, “Ben
bir bakayım bu insanlar nerde?” dedi.
Bilge koridordan ilerleyip iki kere, “Affedersiniz!” diye seslendi ama cevap veren olmadı,
girişteki bekleme yerine geri döndüğünde kadın hâlâ yerinde oturmaktaydı. Bilge tam kapıdan
çıkacaktı ki, üzerinde laboratuvar önlüğüyle genç bir kadın kapıdan içeri girdi. Yüz yüze
geldiler. Önlüklü genç kadın direk sordu, “Bilge Hanım?”
Bilge her şeyin yolunda olduğunu düşünüp rahatlamış, “Benim, buyrun?” diye cevap verdi.
Genç kadın tebessümle onu içerdeki odalardan birine buyur ederken Bilge çantasını aldı,
koltukta oturmuş bekleyen orta yaşlı kadınla içtenlikle vedalaşırken elini uzattı, kısaca
tokalaştılar ve Bilge dönüp odaya girdi. Tam düşündüğü gibi, test masanın üstünde hazır
kendisini beklemekteydi. Biraz önce sohbet ettiği kadının, kendi geleceğiyle ilgili karar
vermesi beklenen kişi, Eti, olduğunu ancak aylar sonra onu Can Manay’ın ofisinde görünce
anlayacaktı.

aşırı uyumanın zararları

100 yaşında bir insanın her gün 12 saat uyuduğunu düşünürsek 50 yıllını hayatı kaçırmakla geçirdiğini söylememiz yanlış olmaz diye düşünüyorum.
görülecek yerler, tadılacak farklı yemekler, tanışılacak farklı insanlar, edilecek keyifli sohbetler, hissedilecek tenler, izlenecek filmler daha okunacak milyonlarca kitap varken rüyada maximum 6 sn kate uptonu görme ihtimaline değişilecek şeyler değildir.

yazarların şu an içinde olmak istediği film

Blackjack (21).

yazarların şu an dinlediği şarkılar

Sevme Zamanı ( Oya - Bora ).

dayanamayıp mesaj atmak

(bkz: uyudun mu).

tek cümlelik gerçekler

ya düşündüğün gibi yaşarsın yada yaşadığın gibi düşünmeye başlarsın.

kızlarda olması gereken ideal boy

bir erkekte olması gereken ideal boydan 10 cm kısasıdır.
daha aşağısı poziyonları zorluyor azizim.

sürekli kazanmak isteyen hırslı insan

kazanmak bir hastalıktır ali ağaoğlu gibi zengin bir adam her sabah 7-8 de işinin başında oluyorsa bunun parayla alakalı olmadığını görürüz ve bu hastalığı tetikleyen en büyük etken zannımca kaybetme korkusudur.
fazla servet gözü perdeler, inasanlara olan güveni azaltır, pozitif nefsi zayıflatır, ve asıl olan özgürlüğü kısıtlar.
fazla para samimiyetsizliği doğurur.

gecenin şiiri

fakat yeşil gözleri
nemli dudakları da fakat
fakat minik pamuk elleri
gülüşü, dokunuşu, öpüşü de fakat
gidişi de tozu dumana katışı da fucked up